20 Aralık 2013 Cuma

Osmanlı Tuğrasının Anlamı

 Tuğra, Osmanlı İmparatorluğunda padişahların imza yerine kullandıkları ve özel bir biçimi olan simgeleşmiş işaret anlamına gelir. Divanü Lügati't-Türk'te tuğranın Oğuzca aslının "Tuğrağ" olduğu ve bunun hükümdarın basılmış nişanı olduğu belirtilmiştir. Anadolu lehçesinde kelime sonundaki ğ harfi okunmadığından "tuğra" ifadesi yaygınlaşmıştır.
   Osmanlılarda tuğra padişahın alamet veya arması, bir çeşit imzasıdır. Sultanın ve babasının adını, çoğunda da "el-muzaffer daima" şeklindeki dua ibaresini içerirdi. Padişahın ve babasının isminin yazıldığı kısma kürsü veya sere adı verilirdi, bu bölüm tuğranın metin kısmıdır. Buradan sola doğru uzanarak aşağıdan yukarıya doğru ve iç içe iki kavisten meydana gelen kısma ise beyze veya sancak adı verilirdi. Tuğra  nişancı, tuğrakeş  veya  tuğrai denilen görevlilerce çekilirdi. En eski Osmanlı tuğrası II. Osmanlı sultanı olan Orhan Gazi'ye aittir fakat ilk Osmanlı sultanı Osman Gazi'ye ait bir tuğraya günümüze kadar hiçbir yerde rastlanmamıştır. Bu nedenle 36 Osmanlı padişahı, 35 Osmanlı padişah tuğrası vardır.
  Kırım Savaşı sırasında, Fransızların Sultan Abdülmecit'e verdiği 'Legion' nişanı, Osmanlı Devleti ile yakın ilişkiler kuramaya çalışan İngiltere'yi harekete geçirir. İngiltere Kraliçesi Victoria, Fransa'nın verdiği nişana karşılık Dizbağı Nişanı'nı Osmanlı Sultanı'na sunar. Dizbağı Nişanı'nın geleneğinde şöyle bir uygulama vardır: Nişanı alan kişi ya da hükümdarların armaları Saint George Kilisesi'nin duvarına asılmaktadır fakat Osmanlı Padişahı'nın arması bulunmamaktadır. Bunun üzerine Kraliçe Victoria, Prens Charles Young isimli arma uzmanını Osmanlı için arma tasarlamak için görevlendirir.
İngiliz tasarımcı, padişahlık alameti olan saltanat kavuğunu, sorgucu, ay-yıldızlı sancağı ve tuğrayı ön plana çıkararak bir arma hazırlar. Sultan II. Abdülhamit döneminde terazi ve silahlar eklenerek son halini alır.
1- Tuğranın çevresindeki güneş motifi padişahın güneşe benzetilmesinden ileri gelir.
2- II. Abdülhamit'in tuğrası.
3- Sorguçlu serpuş: Osman Gazi'yi ve tahtı temsil eder.
4- Yeşil Hilafet sancağı.
5- Süngülü tüfek: Nizam-ı Cedit ile birlikte Osmanlı ordusunun asıl silahı olmuştur.
6- Çift taraflı teber.
7- Toplu tabanca.
8- Terazi: şeşper ve asaya asılıdır, adaleti temsil eder.
9- Üstte Kur'an-ı Kerim, altta Kanunnameler.
10- Nişan-ı al-i imtiyaz: Devlet adına faydalı işlerde bulunmuş ilim adamları, idareci ve askerlere veriliyordu.
11- Nişan-ı Osmani: Sultan Abdülaziz Han tarafından 1862'de ihdas edilmiş olup, devlet hizmetinde üstün başarı sağlayanlara verilirdi.
12- Asa ve şeşper.
13- Çapa, Osmanlı denizciliğini temsil eder.
14- Bereket boynuzu.
15- Nişan-ı iftihar.
16- Yay.
17- Mecidi nişanı.
18- Borazan, modern mızıka takımının kullandığı çalgı aletidir.
19- Şefkat nişanı, 1878'de II. Abdülhamit Han tarafından ihdas edilmiş olup; savaş zamanında, büyük afetlerde devlete, millete hizmet eden kadınlara verilirdi.
20- Top gülleleri (Bazı armalarda bulunmuyor.)
21- Kılıç.
22- Top, topçu ocaklarını temsil eder.
23- El siperlikli tören kılıcı: Bu kılıç klasik Türk kılıcı olmayıp, o devirdeki subaylar tarafından kullanılırdı.
24- Mızrak.
25- Çift taraflı teber, orduda üst düzey görevliler tarafından üstünlük sembolü olarak kullanılmıştır.
26- Tek taraflı teber (Balta).
27- Bayrak.
28- Osmanlı sancağı.
29- Mızrak: Son dönem mızraklı süvari alaylarını temsil eder.
30- Kalkan, ortasında stilize edilmiş bir güneş motifi var. 12 yıldız: Rivayete göre bu 12 yıldız, 12 burcu temsil eder. Güneş bu burçlar üzerinde hareket eder.

Mevanur Adlığ

Kazım Karabekir'in Gürbüz Çocuklar Ordusu

          
KAZIM KARABEKİR ‘İN GÜRBÜZ ÇOCUKLAR ORDUSU
Kurtuluş savaşının önde gelen komutanlarından Kazım Karabekir Paşa, 15. Kolordu Komutanı olarak Doğu Anadolu ‘da görev yapmıştır. Görevi süresince başarılı askeri faaliyetlerinin yanında bölgenin sosyal, kültürel ve eğitim alanında da kalkınması için önemli görevler üstlenmiştir. Yıllardır süren savaşların sonucunda Doğu vilayetlerinde binlerce şehit çocuğu, yetim ve öksüz kalmış çocuk bulunmaktaydı. Bu çocukların yaşam mücadelelerini kazanmaları ve hayata tutunmaları için birinin onların elinden tutması gerekiyordu. Bunu n sonucunda çok iyi bir komutan olmasının yanında çok iyi bir insan olan Kazım Karabekir bu amaç uğruna çaba gösterdi ve o çocukların topluma kazandırılması için, eğitim öğretim görebilmeleri için elinden geleni yaptı.
Kazım Karabekir’in bu yöndeki faaliyetleri Doğuya geldiği ilk günlerden itibaren başladı. Asıl çalışmalarına Erzurum’da başlayan Karabekir kimsesiz çocuklara meslek kazandırmak için yetim yurdundan aldığı 12 yaşından küçük 33 çocuğu iki kolorduluk sanayi takımlarına dâhil etti. Erzurum’daki fiziki şartların sayısı gittikçe artan yardıma muhtaç çocuklara yeterli gelmediğinden hasar görülmüş binalar onarıldı. Şartların sağlanmasıyla yatılı okullar anaokulu ve ilkokul bunların yanında mesleki eğitim verilen okullara da önem verildi.1 Mayıs 1920’de Erzurum halkının da katıldığı bir programda, kurmuş olduğu bu teşkilata Gürbüz Çocuklar Ordusu Teşkilatı adını verdiğini ilan etti.
Bu faaliyetler sırasında Kars Zaferi’nin kazanılmasıyla Kazım Karabekir, Sarıkamış’ı karargâh merkezi haline getirdi. Kazım Karabekir Ruslardan kalma modern binaları Çocuklar Ordusu Teşkilatı içinde bulunmaz bir fırsat olarak görmüş ve burayı Çocuklar Kasabası haline getirmek istemişti. Böylece Erzurum’da başlatmış olduğu eğitim faaliyeti Sarıkamış’ta artarak devam etti.
Buradaki eğitimini tamamlayan öğrenciler Doğu vilayetlerinde sağlık alanında hizmet vermeye başladılar. Kazım Karabekir Çocuklar Kasabası adını verdiği Sarıkamış’ta çok sayıda kurs da açmıştı. Açılan ebelik, dişçilik, sineme ve fotoğraf kursları ile bölgede ihtiyaç duyulan meslek elemanı yetiştirilmesine çalışıldı. Bu kurslar çok sayıda fakir ve kimsesiz çocuğun meslek sahibi olmasını sağladı.
1922 yılına gelindiğinde Çocuklar Ordusu Teşkilatı; Sarıkamış, Trabzon, Kars, Kağızman, Beyazıt, Iğdır, Ardahan, Artvin, Rize, Sürmene ve Erzincan dâhil olmak üzere 17 Alay halinde örgütlenmişti. Karabekir yalnızca yetim Müslüman çocuklara değil yetim Ermeni çocuklarına da aynı muameleyi yapmıştır.

Kazım Karabekir, bu çalışmalıyla yetim, öksüz çocuklara sahip çıkmış onları sefaletten kurtarmıştır. Tüm bu yaptıkları için kendisine Yetimler Babası denmiştir.

Gizem Bakan

ŞEHİT ANISINA !

     ŞEHİT ANISINA  
Dökülen  gözyaşları  sel  olup , gider .
Bu  analar , babalar  bu  acıyı neyler ?
Arkasından  bekleyen  onca  yiğitler ,
Gözünü  kırpmadan  ölüme  gider .


Sancak  ellerinde  , sevinç  gözlerinde ,
Kahramanca  koşar , bu  bayrak  sevgisine .
Sanma  ki  geriye  dönerler ,
Onlar  korkusuzca  ölüme  gider.


Her  feryatları  vatan  vartan  diye  inler .
Helal  olsun  vatanıma  bu  can  derler .
Bu  vatanı  kaybedeceğime ,
Ölürüm , öldürtürüm  daha  iyi  derler .


Her  karış  toprağı ,benim  ecelim .
Bu  vatan benim  tek  yüreğim .
Ölüme  gözü  kapalıda  giderim.
Ama  her  koşulda  ben  bu  düşmanı  yenerim.


                                                                                                       Zeynep  ARSLAN 

                                                                                                             9/C   154 

Cumhuriyet Fazilet Rejimidir









CUMHURİYET FAZİLET REJİMİDİR

14 Ekim 1925… Atatürk, İzmir Kız Öğretmen Okulu'nu ziyareti sırasında şu sözü söylemiştir: "Sultanlık korku ve tehdide dayalı bir idaredir. Oysa cumhuriyet fazilettir." Cumhuriyet ve fazilet. Bu iki sözcüğün anlamını bilmeden cumhuriyetin bir fazilet rejimi olduğunu anlayamayız.


Cumhuriyet; ırk, din, dil ve cemiyet farkı gözetmeksizin tüm vatandaşların paylaştıkları ve yararlandıkları siyasal rejimin adıdır. Fazilet ise erdem demektir. Yani güzel olan her şeyi benimseyip kabullenmek demektir. Bu bağlamda cumhuriyet, güzel olan her şeyi içinde barındırır ve öyledir de.  Toplumu oluşturan bireylerin dini, milli ve ahlaki yönden tabiatına uygun erdemli bir şekilde yaşamasına imkân ve olanak tanıyan, onları bir noktada birleştiren ve bir bütünün ayrılmaz parçaları halinde kaynaştıran yegâne yönetim şeklidir.


Cumhuriyet ile egemenliğin bir şahsa, zümreye ya da hanedana değil millete ait olduğu gerçeği kabul edildi. Toplumdaki tüm ayrıcalıklar kalktı, vatandaşlar devlet yönetimine eşit olarak katılma imkânı buldu. Bütün vatandaşlar kanun önünde eşit hale geldi. İnsanlar haklarını hukuk yoluyla aramaya başladılar. Vatandaşların temel hak ve hürriyetleri devlet güvencesi altına alındı. Vatandaşlara rahatça fikrini söyleyebilme ve huzurlu bir hayat sürme imkânı verildi.
Bütün bunlar cumhuriyetin insana değer verdiğinin ve insanın hak ve özgürlüklerine saygı gösterdiğinin bir göstergesidir.

Şeyh Edebali Osman Bey’e nasihatinde şu sözü söylemiştir: “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” Bu bağlamda cumhuriyet, insanı en iyi yaşatan yönetim şeklidir. Bu yüzden cumhuriyet bir fazilet rejimidir.
        AYGÜL GÜLER
Mustafa Doğan Anadolu Lisesi
11/A




Zeynep Arslan'ın "Tarih" ile İlgili Kompozisyonu

                                                                    


                                                                     
TARİH
      Tarih deyince  aklıma  kendi  benliğim geliyor . Çünkü  tarih aslında  benliğimizdir.Nasıl ki  benliğimiz bizi, bizden olanları , yaşantımızı ,kişiliğimizi ele alıyorsa ,tarih de öyle ... Çünkü tarih geçmiş ile geleceğimizin bir şeritidir. Sırası geldiğinde  o  şeritteki  her sorumluluğu üstlenip ,yerine getirmeye  çalişırız . Çünkü  bizim  ders alabileceğimiz , öğrenipde  öğretebileceğimiz , bilipde bildirebileceğimiz her şey tarihde  saklıdır .İşte  bu yüzden tarih her an  , geçmiş  her  zaman  karşımızda . Senin bakıp da geçmişine göre hareket etmen bundandır  bence.Tarih sana geçmişteki  bazı  olguları yeniden  karşına  getirerek  ders almanı sağlar . Çünkü geçmişteki  bazı olgulara göre  geleceğindeki  sorgulara ancak böyle cevap verirsin . Tarih bir pusuladır . Nasıl  ki kaybolduğunda  ya  da bir yere ulaşmak istediğinde  pusula sana yol  gösterip , doğru yolu  bulmanı sağlarsa ,tarihin  de sana geçmişini  hatırlatarak yolundan sapmanı  belki de engelleyebilecek . Eğer ki  sen hayatında bir adım ileriye gitmek  istiyorsan ; geçmişinde  de  bir adım  geriye  gitmelisin  .İnsan  her zaman hayatında bir yol katetmiştir. Belki de  katetmeye özen göstermiştir.
    Ama insanın kişiliğini olumlu ya da  olumsuz yönde etkileyen tüm belirtiler tarih serüveninde  bulunan  bir  çerçeve içerisinde  gerçekleşir .Bir  insan  istediği  kadar  geçmişinden  kaçsın ya  da  kaçmak için  mücadele  etsin .Ama  insan  geçmişini  nasıl  unutabilir , unutturabilir, gerçekten  de  bunu   yapabilir mi ? Nasıl olupda  soyunu  sopunu unutabilirsin  geçmişinin  üzerine  bir  çizik  atabilirsin . Onca  devirler , uygarlıklar ,topraklar , medeniyetler  yaşamış  olan  bu topraklarda  insan  kendini  bulmalıdır . Çünkü  insanoğlunun  hayat serüveni ; geçmiş ile gelecek arasında  bir köprü  vazifesi  görür  bence . Dünya  yaşamınında bir serüveni vardır .İnsan doğar ,büyür  ve  ölür   bu  böyle  bir  kronolojidir. Tarih `de  öyie  işte , insan geçmişi yaşar  o  geçmişe  yeni  şeyler  eklenir  ve  bir  geçmiş  bir  geçmişi  unutturabilir . Bu  sayede  de  belki insan  geçmiş  ile geleceğin  arasında  ki  farklılıkları  ayırt  edebilecek  seviyeye  gelmiştir . Bir insan tarihini bilerek  yaşıyorsa  ve  yaşatmaya gayret   ediyorsa   bence  o  yaşam  gerçekten  yaşamdır.

Zeynep ARSLAN 

                                                                                                                               

2 Aralık 2013 Pazartesi

Elif ÖZDEMİR'in Ermeni Mezalimiyle İlgili Yazısı

ERMENİ MEZALİMİ :
Köklü ve büyük milletler ağlayıp sızlamayı pek beceremezler. Kendilerine acıma ve acındırmayı küçüklük sayarlar. Bu sebeptendir ki bizde “ağlama, sızlama” edebiyatı gelişmemiştir. Ancak bu durumu diğer toplumlar  pekkavrayamazlar. Hatta Ermeni Meselesinde Ermenilerin propagandaları karşısında Türklerin sergilediği suskun tavrı soykırım suçunun bir itirafı olarak görürler. Halbuki hakikat bu ucuz karinede değil, Türklerin büyük bir ulus oluşundan ve asaletinden kaynaklanmaktadır.  Peki bu olaylardaki asıl gerçeklik neydi?  O dönemde ne oldu Türkler gerçekten de 19. yy boyunca Ermenileri katletti mi? Bu soruların cevapları tarihin sayfalarında gizlidir.                                                     
Osmanlı İmparatorluğu yüzyıllar boyunca pek çok ulusa hükmetti. Bunların etnik unsuru, dini, dili farklı olabilirdi fakat Osmanlı Devleti bütün tebaasına karşı adildi ve hoşgörülüydü. Bu durum Osmanlı Toplumunun kaynaşmasına, yüzyıllar boyu barış içinde yaşamasına olanak sağladı. Ta ki Fransız İhtilali’ne kadar… 1789’da meydana gelen ve dünyadaki bütün dengeleri altüst eden bu olaylar sonucu ortaya yeni terimler ve akımlar çıkmıştı. Bu akımların en önemlilerinden biri de şüphesiz milliyetçilik akımıydı. Milliyetçilik akımı dünyanın siyasi, idari ve sosyal yapısını kökünden sarstı. Birçok devlet yıkıldı, birçok devlet kuruldu, birçok ulus bunun için mücadele verdi. Milliyetçilik akımı tüm dünyayı sarstığı gibi Osmanlı’yı da çok etkiledi. Ancak Osmanlı Devleti çok uluslu bir yapıya sahip olduğu için bu akımın sonuçları Osmanlı’ya ağır darbe vurdu. Osmanlı ülkesinde Sırplar ile başlayan bu milliyetçi isyanlar 19. Yüzyılda Osmanlı’yı kana buladı. Osmanlı dağılmaya yüz tuttu. Milliyetçilik akımından Ermeniler de etkilendi daha doğrusu Avrupalılar tarafından kışkırtıldı. Özellikle Rusya ve İngiltere’nin bu gelişmeye “katkısı” çok büyüktür. Ermeniler Avrupalıların bu art niyetli kışkırtmalarına meyletti ve yüzyıllar boyu bolluk ve refah içinde yaşadıkları Osmanlı Devleti’ne ihanet ettiler. Hedeflerinde Anadolu'nun orta ve doğu bölümünü Selçuklu öncesi Ermeni Krallığı'nı tekrar canlandırmak vardı. Hayallerinde tasarladıkları bu ütopik devlet; üniter, milli bir devlet olacaktı. Bu da demek oluyor ki onların hayallerinde Anadolu’da Ermenilerden başkasına yer yoktu.  Bunu gerçekten yapabilirler miydi? 19.yy başlarında Anadolu'nun yalnızca yüzde 20' sini oluşturuyorlardı. Gerçekten azınlık,  çoğunluğu yok edebilir miydi?  Ne yazık ki tarihte yaşanılan olaylar bunun olabileceğini kanıtlamaktadır. Balkanların nüfusunun yüzde 70' i Balkan Savaşları’ndan önce Müslüman Türk’tür.  Balkan Savaşları’ndan sonra Balkanlardaki Türk oranı sadece ve sadece yüzde 5’tir. Yani balkanlarda çoğunluk olan Türkler sadece 2-3 yıl süren savaşlar sonucunda azınlık konumuna düşmüşlerdi. Balkan Savaşları boyunca Türkler; Bulgarlar, Sırplar ve Rumlar tarafından katledilmiştir. Kalan nüfus ise zorla doğuya doğru göç ettirilmiştir. Kısacası bir yerde çoğunluk olan topluluğu katliamlarla, sürgünlerle yani soykırımla yok edilebilir. Ermeniler Balkanlar’da yaşanan bu gelişmeleri yakından takip ettiler. Amaçları Balkanlar’da yaşayan Türklerin yaşadığı acının ve dehşetin aynısını Anadolu Türkleri’ne yaşatmaktı. Böylece Türkleri tamamen yok edip kendi büyük devletlerini kuracaklardı. Bu amaç ve hedeflerini gerçekleştirmek için 18. yüzyıl sonlarından itibaren Osmanlı ülkesinde bozgunculuk yapmaya, isyan çıkarmaya,  Osmanlı ahalisine zarar vermeye başladılar. Birçok isyan, birçok karışıklık çıkardılar.  Ama Osmanlı'ya en büyük darbeyi daha vurmamışlardı. Ermeniler Osmanlı’ya asıl darbeyi 1877- 78 Osmanlı- Rus Harbinde vuracaktı. Ermeniler bu savaş sürecinde çok sistematik bir şeklide çalıştılar. Doğu bölgelerinde Müslüman ahaliye karşı çok büyük çapta katliamlar düzenlediler. Azeriler’e karşıda büyük bir katletme kampanyası yürüttüler. Ayrıca Ermeniler ikili çalışıyorlardı. Bir kısım Ermeni Rus ordusunun  öncü birliklerinden oluşurken bir kısım Ermeni de Osmanlı ordusunda Rusya adına casusluk yapıyorlardı. Sonuç olarak Ruslar Erzurum’a kadar ilerledi ve Erzurum’da işgal etti. Tabi bu durum Ermeniler’e yaramıştı. Erzurum'da Emeniler resmen Erzurumlu Türkleri ezdiler.6000 Türk ailesini zorla sürgün ettiler, toplu kıyımlara giriştiler.  Kars'ta, Erivan' da ve Bakü 'de daha beter olaylar oldu. Özellikle Erivan 'da Türklerin köklerini kazıdılar. Nüfusun 3 'te 2' sini katlettiler. Geri kalanları da zorla göç ettirdiler. Bakü'de 10 000 Türk'ü vahşi bir şekilde katlettiler. 93 harbinden Ermeniler kazançlı çıktılar. Diplomasi yönünden Berlin Antlaşmasıyla artık resmi bir şekilde kayıtlara geçtiler. Bu savaştan sonra eylemleri iyice şiddetlenmiştir.1890'larda on binlerce Türk'ü katlettiler. Bu katliamların sonu gelmeyince dönemin sultanı 2. Abdülhamit Ermeni çetelerine karşı koyacak Hamidiye alaylarını kurdurttu. Bu alaylar Kürt aşiretlerinden oluşuyordu, başta Ermenilere başarılı bir şekilde karşı koymuşlarsa da 1. Dünya savaşında onlarda Kürdistan Devleti kurma hayali içinde Van çevresinde Türk Halkı’na saldırdılar.(Bu belge Rus kaynaklarından alıntıdır.) 1.Dünya Savaşı’na kadar olan müddette Ermeniler Avrupa Devletleri sayesinde silahlandılar, evlerini cephanelik haline getirdiler. Öyle ki 1.Dünya Savaşı önce Van'da Ermeni saygın bir ailenin kilerinde bile yüklü miktarda cephanelik bulunmuştur. Ayrıca bu süreçte Taşnak, Hınçak, Armenistler adında üç büyük komite kuruldu;  hepsi Batı destekliydi ve Ermeni çeteciler yetiştiriyorlardı. Böylece Ermeniler, çıkacağını bildikleri 1.Dünya Savaşının öncesinde hazırlanmışlardı. Nihayet 1. Dünya Savaşı kopunca bekledikleri ortamı buldular ve bu sefer 93 Harbindeki olayları da aşacak çeşitli trajediler ortaya çıktı. Sarıkamış Harekatı’nda Osmanlı ordusunu arkadan vuran Ermeniler, Rusya'dan gelen gönüllü Ermeni ordusuyla birleşerek Erzurum, Van, Bitlis, Erzincan ve daha birçok yerde terör estirdiler. Buralarda vahşet uyguladılar, daha önce eşi benzeri görülmemiş katliamlar yaptılar. Ermenilerin katliam yaptığı yerlerin başında Zeytun  (Ermeniler savaş sırasında ilk kez burada isyan etmişlerdir.)Van, Bitlis, Erzurum, Erzincan, Ağrı, Ardahan gelir. Şimdi mezalimin anlaşılması için örnek olarak Muş Olayları görgü tanılarının ifadeleriyle anlatılacaktır: “Van'ın düşmesinden sonra Muş'taki saldırılar artmış, Ermeni çetecileri çok kanlı katliamlar yapmıştır. Bu katliamlarını görgü tanıklarından Kara Schemsi tarafından açıklanan olaylar zinciri şöyledir: Muş düştükten sonra Ermeni eşkıyaları kana susamış vahşi hayvanlar gibi şehrin etrafında “İntikamımızı aldık!” diye bağırarak dolaştılar. Rastladıkları her Türk ve Müslümanı acımasızca öldürdüler. Kadınlara ve küçük kızlara tecavüz ettiler. Yaşlıları diri diri yaktılar. Muş'un ileri gelenlerini koyun boğazlar gibi kestiler. Varto'da Cebranlı Aşiretinden Cindi Ağa'nın 15 köyünün halkının ayaklarına at nalları çakarak çivilediler ve Hazar Gölüne attılar. Hastalar çocuklar ve yaşlılarla dolu olan Tekke Manastırı'nı yaktılar.  Şeyh Abdülgaffar Efendi işkenceler içinde kafa derisi yüzülerek öldürülür. Doktor Mustafa Bey götürüldüğü dikilitaş arasında birçoğu boğazlanmış binlerce kadın ve erkek cesedi gördüğünü yeminle beyan etti.”                                                                                                                                                                         Artan bu vahşet karşısında İttihat ve Terakki Cemiyetinden Talat Paşa önderliğinde bu katliamların durması için 27 Mayıs 1915’te Tehcir Kanunu çıkarılmıştır. Buna göre Anadolu'nun doğu kesiminde bulunan Ermeniler savaşın olmadığı Suriye taraflarına göç ettirilecekti. Ama bu tehcir bir soykırım niteliği taşımamakla beraber Türk görevlileri yol boyunca Ermeniler’e karşı ılımlı bir yaklaşım sergilemişlerdir. Elbette ki göçün zorluğu, devletin Ermenilerin ihtiyaçlarını karşılamadaki yetersizliği, salgın hastalıklar ve çete saldırıları gibi olaylar yüzünden Ermenilerin bir kısmı ölmüştür. Bu durum günümüzde Ermeni Soykırımı olarak lanse edilmekte ve Türk halkı aleyhine faaliyetler düzenlenmektedir. Ama gerçek hiçbir zaman değişmeyecektir. Gerçek olan da Türklerin Ermenilere soykırım yaptığı değil, Ermenilerin Türklere karşı uyguladıkları mezalimdir. Bundan sonra yeni nesillerin bu meselede nasıl bir tavır takınması gerektiğini Emekli Korgeneral Hasan Kundakçı şöyle dile getirmektedir: “Ermenilerin saldırıları tüm Türk ulusuna ve Türk yurdunadır. Bu yüzden mücadele birlik ve beraberlik içinde yapılmalıdır. Türkiye çok güç bir dönemden geçmektedir. Bundan öncede daha kötü dönemler geçirilmiştir. Ama hiçbir zaman yılgınlık göstermemiş mücadele etmiş ve kazanmıştır. Biz yavaş fakat etkili tepki veren bir milletiz. Bununda üstesinden gelinecektir. Kuşkunuz olmasın.”                                                                                                            KAYNAKÇA                                                                        1.ÇELİK,HÜSEYİN; GÖRENLERİN GÖZÜYLE VAN’DA ERMENİ MEZALİMİ,CEDİT NEŞRİYAT-ANKARA,2005                                                                                                      2.MCCARTHY,JUSTİN; KİM BAŞLATTI ?-CEDİT NEŞRİYET-ANKARA,2006                                 3.LEWY, GUENTER; ERMENİ SOYKIRIMI DAVASININ YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİ,CEDİT NEŞRİYAT-ANKARA 2006              
4.ÇALIK, MUSTAFA; ERMENİ SOYKIRIMI İDDİALARI,CEDİT NEŞRİYAT-ANKARA 2007                                                                                                                       
5.KUNDAKÇI, HASAN; EMPERYALİZMİN KULLANDIĞI ERMENİLER, TÜRKİYE GAZİLER VAKFI YAYINLARI-ANKARA,2001                                                         
6.DABAĞYAN,LEVON PANOS ; EMPERYALİSTLER KISKACINDA ERMENİ TEHCİRİ-IQ KÜLTÜR YAYNINLARI-İSTANBUL,2007                                                                                             7.PERİNÇEK, MEHMET; 100 BELGEDE ERMENİ MESELESİ, DOĞAN KİTAP-İSTANBUL, 2007                                                                                                                                                   8.KANAR,M. ; ERMENİ KOMİTESİNİN EMELLERİ VE İHTİLAL HAREKETLERİ                              9.ÖZDEMİR, HİKMET ; TÜRK -ERMENİ İHTİLAFI